Frankestein Lanthimos’un Canavarı: “Poor Things” Filmi ve Analizi
Bana soran dostlar sevdin mi diye, ben bayıldım. Ben sevdim. Zaten Lanthimos’un filmlerine bayılırım, favorim ise hala “Lobster” bu sırada, o değişmedi.
Ama herkes sever mi, emin değilim… Bana bazı yerler oldukça absürt gelir ve hoşlandığım da bu oluyor. Mitolojiyi de bence gayet iyi kullanır.
Bu filminde ise bambaşka bir Dr. Frankenstein izliyoruz. Lanthimos’un kendisi de bir Frankenstein benzeri film üretmiş… Biraz içine robot, biraz don juan arketipi, biraz çılgın bilim insanı, biraz asi kadın, biraz çocuk, biraz sapkın adam biraz uysal akıl-adamı derken bu arketip “çorbasının” içinden bir çok konuya parmak basan filmin kendisi kadar tuhaf bir içerik çıkmış.
Bunu olumlu anlamda kullanıyorum.
Film “hibritler” üzerine kurulu. Zaten Lanthimos bunu çok sever; lobster’da hayvanlara dönüşen insanlarda bunu görüyoruz. Ve Dog Tooth’da da bize bir yan gerçeklik sunuyor.
Lanthimos paralel evrenler yaratma konusunda bence dahiyane. Ve bu sefer yarattı paralel evrende her şey ama her şey hibrit. Tüm mitleri, hikayeleri, filmleri parçalamış ve bir kolaj gibi yeniden birleştirmiş… Zaten film başlar başlamaz yarı köpek yarı kaz, yarı horoz yarı domuz gibi Sfenks benzeri karmaşık yaratıklardan baz temayı seziyoruz. E parası da var artık yönetmenimizin, bu sefer paralel evrenini görsel şölenlerle bezemiş.
Godwin namı diğer God (ne anlamlı) hem Dr. Frankestein’ın bilimsel merakını ve çılgınlığını taşıyor ama hem de Frankestein’ın kendi yarattığı canavarın bedenine sahip. Yani Dr. Frankestein ve canavarını birleştirmiş… Temelde ise birkaç konuyu tartışıyor; akıl mı duygu mu, ruh mu beden mi, ilkel dürtüler mi ahlaklı rasyonel gelişim mi, iyilik mi kötülük mü… Hepsinin ortak kesişimi ise “insan olmak” nedir ve doğuştan mıdır yoksa insan olmayı “öğrenir” miyiz? İşte bunu yetişkin kadın bedenindeki, bebek beyni metaforu ile anlatmış.
Aslında Lanthimos Tanrı’nın da böyle bir şey olduğunu söylüyor. Farklı fikirlerden, kültürlerden, felsefelerden bir yapboz… Ve bazı sıkıntıları var, sindirime ve otoritesine penisine dair.
Biliminsanı namı diğer God (Tanrı) bedensel anlamda bir kadın doğuruyor. Ve o anda bir soru başlıyor; İnsan nedir?
Film boyunca zaten insan gaddar mı şefkatli mi, aşık mı rasyonel mi, ruh var mı yok mu gibi soruların çatışmalarını izliyoruz. Ama vardığımız nokta şu oluyor. Eğlence için canlı veya cansız fark etmeksizin insan bedeni bıçaklayan ve şiddet ve tatlıdan keyif alıp, sadece “bedensel” içgüdülerden oluşan bir kadının, yaşadıklarıyla, deneyimleriyle, keşfettikleri, gördükleri ve en çok da okuduklarıyla “empati” kurabilen, bebeklere ağlayan, düşünen bir kişilik “doğurduğunu” görüyoruz. Yani karakterimiz Bella, kendi kendini akli olarak yeniden doğuruyor.
Ama buradaki temel paradoks duygular. Yine de duygulara dair bir şey göremiyoruz. Çünkü Lanthimos kadın bedeni ile duygu- doğurganlık - annelik ve madde ilişkisini de kesip parçalayıp, bölüp, birleştirip, elektrik veriyor ve keşfetme arzusu ve sonsuz merak dışında bir duygusu olmayan bir karakter yaratıyor. Temel odağı hep akıl, düşünce ve duyguları anlayamıyor. Bu noktada aslında robot gibi bir karakter görüyoruz ki. En sonunda bedensel zevklerin peşinde koştuğu Duncan yerine, akıl ve mantık sebebiyle Max McCandles’ı tercih ediyor. Keza en başında da Max ile nişanlıydı ama onun görece “değerinin” farkında değildi. Sex yapmak ve sınırsızca deneyimlemek tek arzusuydu.
Filmin sonlarına doğru eski eşiyle karşılaşması ise izleyici için kritik bir an oluyor. Bella, hala tabak fırlatan, eğlence için ceset bıçaklayan kadın mı yoksa bir “vicdan” geliştirdi mi.. Ve adalet duygusu, vicdan geliştirdiğini böylece adil seçimler yapacak şekilde kötü adamı alt ettiğini görüyroz. Adalet duygusunun, vicdanın, etik ve ahlakın nasıl ancak keşfederek, okuyarak oluşturulduğuna vurgu yapıyor.
Aslında film ordan oraya savursa da yaşamın kendisi de böyle. Kıskançlık, haset, öfke, cinsel dürtüler gibi ilksel duygularıyla içgüdüsel hareket edenler -tabi haliyle zaman içinde kötülüğü tercih edenler- ve bir de okuyarak, deneyimleyerek, düşünerek, empati kurarak içgüdüsel değil rasyonel hareket edenleri görüyoruz. Hepimizin içinde doğuştan gelen yıkıcı dürtüler var; bunları bastırma değil ama bunların farkına vararak onları “dönüştürebilmek” aslında erdemli bir hayat anlamına geliyor. Kötülüğü neden insan tercih eder, son dönemlerde gözlemlerime dayalı olarak ciddi anlamda sorduğum bir soru…
Eskiden kimsenin kötü olmadığını düşünürdüm, acılarımız o tutumlara sebebiyet verir zannederdim. Ama sonra gördüklerimle insanların aslında kötülüğü tercih edebildiklerine şahit oldum. Herkesin ve hepimizin yarası var ama neden hepimiz iftiralar atarak, dedikodu yaparak, yalan yanlış hikayeler üretip, anlatarak, öfkeyle hareket etmiyoruz veya başkalarına kötülük yapma motivasyonundan güç almıyoruz? Neden bazılarımız yaralarımıza rağmen ve hatta bizi yaralamak için elinden gelenleri yapanlara rağmen kendimize odaklı sessiz ve “erdemli” bir yolu tercih ediyoruz. Erdemli yolu tercih edenlerle, öfkeyi yayan kötülüğü tercih edenler arasındaki fark nedir?
Bence filmde bunu görebiliyoruz. Film önfrontal lob ile sürüngen beynin evriminin bir yansıması. Tanrı, resmen bize iki parça vermiş ve onları birleştirmiş. Bir oraya, dürtülere, bir öbür yere, aklı selim olmaya çekilme sebebimiz bu. Filmde Bella, ikisini de doyasıya yaşıyor. Diğer karakterler öyle değil ama.
İnsan beyni önfrontal lobun düşüncesi, sorgulaması, ahlaki kuralları ve bilinçliliğiyle, sürüngen beynin içgüdüselliğinin, dürtüselliğinin bir birleşimiyken yani aslında hepimiz Dr. Frankestein’ın yaratığından farklı değilken Lanthimos bu ikisini ayırıp her birini ayrı karakterlerle somutlaştırmış. Sadece sorum neden Bella’nın bu hibritliği içinde hiçbir duyguyu güçlü göremediğimiz oldu… Bence o kısımlar oturmamış.
Film soruma kendini geliştirmek; okuyarak, görerek, deneyimleyerek, kendini büyütme olarak yanıtlıyor gibi gözüküyor. Benim verebildiğim ikinci cevap ise erdemli yolu seçenler, başkalarını suçlamaktansa kendi içindeki karanlığa bakmaya cesaret edebilenlerdir. Kendiyle yüzleşme, kendini dönüştürme ve sevgiyi büyütme becerisi, aydınlık bir yolu tercih etmeyi sağlayabiliyor.
Filmin bende bıraktığı izlenimler ve düşünceler bunlar.
Sizler nasıl buldunuz?
Efe Elmas
Kadim Lisan